Türkiye’de Birikimlerin Enflasyon Ortamında Geleceği ve Jeo-politik Gelişmelerin Türk Piyasalarına Etkisi
Kaan Gürsal
2022-03-02
Türkiye’de Birikimlerin Enflasyon Ortamında Geleceği
Şubat ayı itibariyle Türkiye’de TÜİK verilerine göre enflasyon aylık %4,81, yıllık %54,44 seviyesindedir. Türkiye Merkez Bankası’nın Şubat ayı itibariyle politika faizi %14’tür. Bu doğrultuda 18.02.2022 tarihli TCMB verilerine göre TL mevduatlara ödenen aylık faiz %16,03, yıllık faiz ise %17,67’tür. Aynı dönem itibariyle çok yüksek tutarlı mevduatlara verilen bir yıllık faiz ise en fazla %52’dir. Türk Lirası mevduatlara dayalı birikimler enflasyonist piyasa baskısının altında kalmaktadır.
21 Şubat 2022 tarihinde ihalesi yapılan 6 yıl 7 ay (2567 gün) vadeli son devlet tahvilinin ise yıllık net bileşik faizi %21,63 olmuştur.
Dövize dayalı yatırım araçları için de aynı durum geçerlidir. Kur korumalı mevduat uygulaması sayesinde; her ne kadar Rusya-Ukrayna çatışması sebebiyle hafif dalgalanmalar olsa da, son 3 aylık sürede döviz kurları sabit seyretmektedir. Nakit birikimlerin enflasyon ortamında birim başına satın alım gücünün her geçen gün erimesini engelleyecek bir yatırım aracı para piyasalarında bulunmamaktadır. Yatırımcıların ya da birikim sahiplerinin fiziki yatırımlara yönelmeleri, mevcut durumda, enflasyona karşı daha fazla korunma sağlayacaktır. Bireysel yatırımcılar için sabit varlıklar ve kurumsal yatırımcılar için nakit sermayenin üretime dönük yatırıma yönelmesi mantıklı olacaktır.
Enflasyonist piyasa baskısı altında nakde, ekonomi politikası gereği düşük değer biçilmesinin uzun vadede en önemli etkisi emeklilik fonları üzerinde olacaktır. Sürdürülebilir bir Sosyal Sigorta Sisteminin varlığı, birikim havuzunun mümkün olduğunca toplum genelinin prim ödemelerinden besleniyor olmasına ve ilgili birikimlerin başarılı bir şekilde yönetilmesine bağlıdır. Kamuya ait sosyal sigorta sistemlerinin 2006 yılında 26173 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 5502 sayılı kanunla tek çatı altında toplanması birikim havuzunun büyüyerek aynı kurallar bütünü altında yönetilebilmesini mümkün kılmıştır. Birikim havuzunun büyüklüğü sayesinde, kamuya ait Sosyal Sigortalar Kurumu emeklilik fonlarının emeklilere geri ödentilerinin vadelerinin kısalması söz konusu olamaz. Ancak, bu durumun uzaması emeklilik maaşlarına yapılacak zamları sınırlayabilir.
Mevcut durumun uzaması asıl olarak özel emeklilik fonlarını olumsuz etkileyecektir. Ülkemizde Bireysel emeklilik tasarruf ve yatırım sistemi 2001 yılında yürürlüğe girmiştir. Gönüllülük esasına dayalı sistem, özel şirket ve bankaların çalışanlarına sundukları avantajlar ile işlemeye başlasa da, kurulan fonların büyüklüğü istenen seviyeye çıkamamıştır. Sistemi arzulanan seviyeye getirmek amacıyla Haziran 2012’de sisteme yönelik teşvikleri yeniden düzenleyen kanun Resmî Gazete’de yayınlanmıştır. İlgili kanun kapsamında açılan Bireysel Emeklilik Sistemi (BES) hesaplarına, katkı payının %25’ine karşılık gelen tutarın devlet katkısı olarak ödenmesine başlanmıştır. Bu doğrultuda, Sermaye Piyasası Kurulu’nun resmî sayfasında ifade edildiği üzere gayrisafi milli hasılanın %5-10’u seviyesinde bir birikim yaratılması, sosyal güvenliğin kapsamının genişletilmesi ve katılımcıların emeklilik dönemlerinde ek bir gelir elde etmelerini sağlayarak refah düzeylerinin yükselmesine katkıda bulunulması amaçlanmıştır.
Emeklilik Gözetim Merkezi (EGM)’nin Aralık 2021 yılı verilerine istinaden toplam BES fon büyüklüğü 213,1 milyar TL olmuştur. TÜİK gerçekleşen verilerine ve son çeyrek beklentilerine göre 2021 yılında Türkiye’nin Gayrisafi Yurtiçi Hasıla (GSYH)’sının 6 trilyon 982 milyar TL olması beklenmektedir. Bu rakamlar doğrultusunda 2021 yılsonu itibariyle BES büyüklüğünün GSYH’ye oranı %3’tür ve ne yazık ki hedeflenenden halen uzaktır. İsteğe bağlı BES sisteminin fon büyüklüğü, birikimlerin yatırım araçlarının işlevsizliği sebebiyle iyi değerlendirilememelerini karşılayacak büyüklükte değildir. Faiz silahı ile baskılanmayan enflasyonun piyasaya etkisi uzun vadede devam ettiği taktirde BES’ten emekli olarak ek gelir elde etmeyi amaçlayan katılımcıların (6 milyon 208 bin kişi, 2021 Aralık) emekli aylığı alma süresi kısalabilir.
Jeo-politik Gelişmelerin Türk Piyasalarına Etkisi
Enflasyon ile mücadelede faiz artırımının tercih edilmediği bir durumda, ülke milli parasının değerinin artması ve mal ve hizmetlerdeki fiyat artışının durması için ya ülkeye yurtdışından yatırım ve ucuz finansman yoluyla doğrudan para girişinin olmasıyla likiditenin artması ya da yapısal değişiklikler ile sanayi ve tarımda topyekûn ithal ikamesi politikaya dönülmesi gereklidir. İkinci seçeneğin gerçekleşmesi kısa vadede mümkün değildir. Birinci seçeneğin önündeki en büyük engel ise ülkemizi yakından ilgilendiren jeo-politik gelişmelerdir.
Gelişen piyasalar, pandeminin etkilerini henüz üzerlerinden tam atamamışlarken; Rusya ve Ukrayna arasındaki silahlı çatışmadan en sert şekilde etkilenecek piyasalar olacaklardır. Küresel piyasalarda son 3 yıldır var olan emtia fiyatlarındaki artış ve tedarik zincirindeki gözle görünür seviyedeki aksama fiyat istikrarını yukarı yönlü bozmuştu. Rusya-Ukrayna çatışması, emtia fiyatlarındaki artışı ve tedarik zincirindeki aksamayı daha derinleştirecektir. Rusya, Birleşmiş Milletler Tarım ve Gıda Örgütü (FAO) 2020 yılı verilerine göre buğday, arpa, ayçiçeği (Ukrayna ile ilk iki sırayı paylaşmaktalar), şeker pancarı gibi tarım ürünlerinde Dünya’nın ilk üç üreticisi arasındadır. Rusya, Dünya Ticaret Örgütü (WTO) verilerine göre madencilik ürünleri (Paladyum, Titanyum) ve fosil yakıtları ihracatında ise Dünya’nın en önemli 3 ihracatçısından biridir. Rusya’ya karşı uygulanan ambargolar ve ülkenin neredeyse tüm bankalarının küresel bankacılık ağının iletişim sistemi olan SWIFT’ten çıkarılması, Rusya’nın dahil olduğu dış ticaret işlemleri ve uluslararası ödemeleri devre dışı bırakmıştır.
Türkiye’nin Rusya ile olan ticari ilişkileri çok ileri düzeydedir. TÜİK 2021 yılı verilerine göre Rusya, Türkiye’nin en çok ithalat yaptığı 2. ülkedir. Son on yıllık verilerde bu ülke kimi zaman birinci sırada yer almıştır. 2022 yılı Ocak ayında Rusya en çok ithalat yapılan ülke olmuştur. FAO’nun 2020 verilerine göre Türkiye’nin tarım ürünlerinde en fazla ithalat yaptığı ülke, yıllık 3,1 milyar Dolar ile yine Rusya’dır. Bu miktar 2021 yılında 4,3 milyar Dolar’a çıkmıştır. Türkiye, en çok ithal ettiği 10 tarım ürününden en az 4’ünü Rusya’dan almaktadır. “Tarım Dünyası” adlı gıda, tarım ve hayvancılık platformunun yayınladığı verilere göre Türkiye 2021 yılında 1,8 milyar Dolar değerinde Buğday ithal etmiştir. FAO’nun 2020 yılı verilerine göre bu Türkiye’nin toplam buğday ithalatının %78’ine karşılık gelmektedir. Elbette, tarihte Dünya’da buğdayın ilk kez evcilleştirilerek ekin elde edildiği bu topraklar ve halihazırda Dünya’nın en büyük 10. üreticisi olan ülkemiz için bu, hazin bir görüntüdür. Buğday’daki benzer durum, Ayçiçek yağı ve Arpa’da da geçerlidir.
Üstelik buğdaydaki bu durum Türkiye’nin ihracatını da olumsuz etkileyecektir. Türkiye, un ihracatında en yakın rakibinin 2 katının üzerinde ihracat miktarı ile (2020 yılsonu, USD 983,4 milyon) Dünya birincisidir. Ancak, bu ihracatın geleceği ne yazık ki Rusya ve Ukrayna’dan gerçekleştirilen ithalata bağlı olduğundan, elde edilen gelir ve birincilik risk altındadır.
Sonuç olarak, tarım ve madencilik ürünlerinde, doğalgaz ile akaryakıtlarda fiyat artışları Türkiye’de enflasyonu daha da artıracaktır. Bölümün başında değinilen enflasyonu dizginlemek için yurtdışından likidite girişi ummak tüm dünyada merkez bankalarının uyguladıkları sıkılaştırma politikaları yüzünden hayal kırıklığı yaratabilir. Ayrıca likiditenin maliyeti de sıkılaştırma politikaları, Türkiye’nin kredi notu ve risk primi sebebiyle yüksek seyretmektedir.
S&P Global Ratings’in 22 Şubat tarihli raporunda da teyit edildiği üzere, gelişen ülkelerdeki ticari bankaların likidite oranları ve finansman koşulları kötüleşebilir. Likidite oranlarının düşmesi yurtiçinde de ticari faaliyetlerin kredilendirilme şartlarını zorlaştırabilir, kredi faiz oranlarını, politika faizine rağmen, arttırabilir, bankaların karar mekanizmalarını ağırlaştırabilir.
Gelişmiş piyasalardaki enflasyonun artması, gelişen piyasaların ihraç ettiği Dolar ve Avro (Eurobond) bonolarının gösterge getiri oranlarına para piyasaları tarafından yeniden değerleme yapılması gereksinimini doğurmuştur. Elbette, artan gösterge bono getirilerinin üzerine, gelişen piyasalardaki faiz marjları da yukarı yönlü tetiklenmiştir. Bono getirilerinin artması ne yazık ki sadece faiz marjlarını değil döviz kurunu da yukarı yönlü etkileyecektir.
Uluslararası piyasalar, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 15 gelişen ülkenin bankacılık sistemlerinin, 2022 yılı için öngörülemeyen jeo-politik ortam, iç politikanın belirsizliği, yüksek kredi faiz oranlarının aktif kalitelerini bozması, iç ve dış piyasalardaki fonlama kaynaklarındaki ani değişikliklere karşı hassasiyetler sebepleriyle risk taşıdıklarını değerlendirmektedir.
S&P’nin son değerlendirmesinde ifade ettiği gibi gelişen piyasalardaki makroekonomik öngörüler doğrultusunda, gelişen piyasaların ABD merkez bankasının para sıkılaştırma döngüsüne hızlı ve uyumlu bir şekilde katılacakları şeklindedir. Yukarıda ifade edilen tüm veriler ışığında, likiditeye erişim bu kadar sıkıntılıyken, likidite maliyeti Hazine üzerindeki baskısını her geçen gün arttırmaktayken, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası faizi, enflasyonu bir ölçüde dizginleyecek şekilde arttırarak, bireysel, kurumsal ve finansal varlık ve yükümlülükleri sağlıklı bir zemine oturtmalıdır.
Sevgi ve Saygılarımla,
Kaan Gürsal